LİTERATÜR: MİKRO SEVİYEDEKİ ÇALIŞMALAR

Demografik Çalışmalar

Romanların demografik özelliklerine ilişkin olarak yurt dışında özellikle de Avrupa’da çok sayıda çalışma yapılmış olmasına karşın, Türkiye’de Romanların demografik durumuna ilişkin veri olmadığı için bu konuda yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. Bunun tek istisnası, birincil nicel veriden çok nitel görüşmelere ve gözlemlere dayalı olarak Özkan (2006) tarafından yazılan ve Türkiye’de Romanların evlenme biçimlerini ele alan “Marriage among the Gypsies of Turkey” başlıklı çalışmadır. Bu çalışmaya göre, Türkiye’deki Romanlar arasında, değiş-tokuş evliliği, kaçma/kaçırılma evliliği ve satın alma evliliği olmak üzere üç tür evlenme biçimi bulunmaktadır. Her üç evlilik biçiminin temel karakteristiği evliliğin erken yaşlarda yapılmasıdır. Bu çalışmaya göre, Roman kadınlar için 13-17 yaşlarında, Roman erkekler arasında ise 15-19 yaşlarında başlayan evliliğe Romanlar tarafından önemli bir sosyal anlam atfedilmektedir. Bu çalışma dışında kalan bazı çalışmaların ise, Romanların demografik yapısını ve değişimini ortaya koymaktan çok, çalışma içinde bu konulara değindikleri görülmektedir. Örneğin, Kolukırık (2006) çalışmasında, İzmir’de yaşayan Romanların daha çok kendi aralarında evlendiklerine ve aile büyüklüğünün 3-4 kişiden oluştuğuna; Fırat (2016) ise, Malatya’da yaşayan Romanlar arasında erken evliliklerin yaygınlığına; Kolukırık ve Toktaş (2007) Romanların siyasal katılım ve örgütlenme durumlarını ele aldıkları çalışmalarında, Romanların nüfus büyüklüğü ve dağılımına ilişkin tahminlerin yanında, ortalama aile büyüklüğünün 3-4 kişiden oluştuğuna; Kolukırık (2008) çalışmasında, Domari, Romani ve Lomavren konuşan Roman gruplarının coğrafi dağılımına; Taylan (2016) Roman kadınların yarısının 18 yaşından önce evlendiğine; Çuhadar (2020) tarafından Edirne’de yapılan çalışmada ise, Roman çocukların eğitimde karşılaştıkları ayrımcılığa vurgu yapılırken, Roman nüfusun çok çocuklu nüfus yapısına; Oprisan (2014) tarafından Hatay, Diyarbakır, İzmir, Artvin ve Gaziantep’te yapılan çalışmada Romanların yüzde 40’ının dört ve daha fazla çocuk sahibi olduklarına ve Romanlar arasında akraba evliliğinin yaygınlığına dikkat çekilmektedir.

Türkiye’de Romanların demografik özelliklerine ilişkin oldukça sınırlı sayıda ve kapsamda çalışma olması nedeniyle, bu başlık altında genel olarak Avrupa ülkelerinde yaşayan Romanların demografik özelliklerine ilişkin literatür tartışılacaktır. Roman nüfusun yoğun olduğu Avrupa ülkelerinde bu nüfusun demografik bütünleşmesine ilişkin çok sayıda çalışma yapıldığı görülmektedir. Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasında en çok Roman nüfusu (1.850.000) barındıran ülke olan Romanya’da yapılan bir çalışmada (Preda, 2010), Roman nüfusun doğurganlık, bebek ölüm hızı, evlilik ve aile yapısının ülke geneline göre farklı olduğu bulunmuştur. Roman nüfusun doğurganlık ve bebek ölüm seviyesinin daha yüksek; ilk evlenme yaşının ise, daha düşük olduğunu gösteren bu çalışmaya göre Romanlar arasında çekirdek aile yaygınlığı daha düşük, geniş aile yaygınlığı ise daha yüksektir.

Macaristan, Slovakya, Romanya ve Sırbistan’da yaşayan Romanların doğurganlık seviyelerine odaklanan bir başka çalışmada (Szabó, Kiss, Šprocha ve Speder, 2021) ise, Roman nüfus arasında da doğurganlık hızının düşme eğiliminde olduğu ancak halen doğurganlık hızının ülke genelinin üzerinde olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada özellikle yüksek eğitim seviyesine sahip Roman kadınların doğurganlık seviyesinin; aynı eğitim seviyesine sahip olan diğer kadınlarla benzer seviyede olduğuna vurgu yapılmıştır. İtalya’daki Romanlar üzerine yapılan bir başka demografik çalışmada, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, İtalya’daki Roman kadınlar arasında da erken evlenmenin ve yüksek doğurganlık seviyesinin yaygın olduğu bulunmuştur (Dalla-Zuanna, 2013).

İspanya’da yaşayan Romanların doğurganlık seviyelerinin yüksek olmasının nedenlerinin araştırıldığı bir çalışmada (Aisa, Andaluz ve Larramona, 2017), gelir ve eğitim seviyelerinin artışı, kentleşme ve sanayileşmenin yaygınlaşmasıyla birlikte ülke genelinde yaşanan doğurganlık azalmasının Roman nüfusta gözlenmemesinin nedenleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çalışmanın bulguları, Romanlar arasında görülen güçlü aile bağlarının ve geniş aile yapısının ve özellikle ailenin halen bir ekonomik faaliyet birimi olarak görülmesinin çocuğa olan talebi artırdığını göstermektedir. Durst (2002) tarafından Macaristan’da gerçekleştirilen çalışmada, İspanya’daki çalışmanın sonuçlarına benzer şekilde, Romanların çok çocuk sahibi olmalarının arkasında yatan temel motivasyonun yoksullukla mücadele olduğu ortaya konulmuştur. Bu çalışmada, Roman ailelerin çok çocuk sahibi olmalarının bir diğer nedeni olarak da sosyal yardımlardan daha çok yararlanmak olduğu gösterilmiş ve her iki nedenin de “stratejik çocuk teorisiyle” açıklanabileceğine vurgu yapılmıştır.

Bulgaristan’daki Roman nüfusun gelecekteki büyüklüğünü tahmin etmeyi amaçlayan bir çalışmada (Ilieva ve Kazakov, 2019), 2015 yılı baz alınarak 2020-2050 dönemi için nüfus projeksiyonları gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmanın bulguları, 2020 yılında 384.000’e ulaşacak olan Roman nüfusun 2050 yılında 557.000 olacağı öngörülmüştür. Çalışmada, ayrıca, aynı dönemde Bulgaristan’ın nüfusunun azalacağına vurgu yapılmaktadır. Benzer bir bulgu, Slovakya’da yapılmış bir başka çalışmada da ortaya konulmuştur (Vaňo, 2002). Bu çalışmada, Slovakya’da 2002 yılında 385.000 olan Roman nüfus büyüklüğünün 2025 yılında 500.000’e yükseleceği; aynı dönemde Slovakya nüfusunun ise, genel olarak azalacağı gösterilmiştir. Her iki çalışmanın sonuçları, Roman nüfustaki artışın temel olarak bu gruptaki yüksek doğurganlık seviyesi ile ilişkili olduğunu göstermektedir.

Sırbistan’da yapılan bir çalışmada ise, Roman nüfusun doğurganlık seviyesi ve erkek çocuk tercihinin Roman nüfusun yoğunluğuna göre nasıl değiştiği incelenmiştir (Battaglia, Chabé-Ferret, Lebedinski, 2021). Bu çalışmanın sonuçları, Roman nüfus arasındaki doğurganlık seviyesinin ve erkek çocuk tercihinin Sırbistan geneli ile karşılaştırıldığında daha yüksek olduğunu göstermektedir. Çalışmanın bir diğer sonucu da Roman nüfusun yoğunluğunun az olduğu bölgelerde doğurganlık seviyesinin ve erkek çocuk tercihinin yoğun olduğu bölgelere göre daha düşük olduğunun gösterilmiş olmasıdır. Bu durum, çalışmada düşük doğurganlık seviyesinin ve giderek azalan erkek çocuk tercihinin alt-kültür baskısından kurtularak diğer topluluklarla birlikte yaşamaya başlayan Romanlar arasında, difüzyon teorisine uygun bir şekilde, yayıldığının bir kanıtı olarak sunulmuştur. Bulgaristan, Çekya, Macaristan, Makedonya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’daki 1990-1994 nüfus sayımlarına dayanarak yapılan bir çalışmada; Romanların doğurganlık hızının Roman olmayanlardan yaklaşık iki kat daha fazla olduğu ortaya konmuştur (Kalibova, 2000; Šprocha, 2017; Sobotka, 2008; Koytcheva ve Philipov, 2008).

Koç ve Eryurt (2016) çalışmalarında, UNICEF desteği ile gerçekleştirilen Çok Göstergeli Küme Araştırması (MICS) verilerini kullanarak beş Doğu Avrupa ülkesindeki (Sırbistan, Kosova, Bosna Hersek, Karadağ ve Makedonya) Roman çocukların erken çocukluk gelişimi seviyelerini bu ülkelerin genelindeki durum ile karşılaştırmışlardır. Bu karşılaştırma sonucunda tüm ülkelerdeki Roman çocukların erken çocukluk gelişiminin dört bileşeni olan okuryazarlık-sayısal beceri, fiziksel gelişim, sosyal-duygusal gelişim ve öğrenme alanlarında diğer çocuklara göre belirgin bir şekilde daha geride oldukları gösterilmiştir.

Diğer Çalışmalar

Türkiye’de Romanlara ilişkin olarak yapılan diğer çalışmaların çok önemli bir bölümünün Romanların kimlik algısı ile Romanlara ilişkin algılar ve Romanların yaşamın farklı alanlarında karşılaştıkları ayrımcılık üzerine olduğu görülmektedir.

Kaya (2009) tarafından Kırklareli Romanları üzerine yapılan çalışmada Romanların etnik köken ve kimlikleri üzerinde durulmaktadır. Yanıkdağ (2021) çalışmasında da benzer şekilde Türkiye’deki Roman topluluklarının etnik kökeni, alt grupları ve konuştukları dillere ilişkin değerlendirmeler yapılmaktadır. Güzel-Korver ve Keskin (2019) çalışmalarında Romanların sosyal medya mecralarını kullanımları üzerinden etnik ve kültürel yapıları ortaya konulmaktadır. Kolukırık ve Yıldırım (2009) çalışmalarında, Denizli’nin Kocabaş kasabasında yaşayan Abdalların kimlik algısını araştırmışlardır. Kolukırık (2005) çalışmasında ise, Roman olmayanların Romanlara ilişkin algısını ölçmeyi ve Romanlara ilişkin önyargıları ortaya koymayı amaçlamaktadır. Alp (2016) çalışmasında, sosyal paylaşım platformu Ekşi Sözlük’te Romanlara yönelik nefret söylemlerinin boyutunu ele alırken Taylan ve Barış (2023) hem Ekşi Sözlük hem de medyada Romanlara yönelik olumsuz algı ve etiketlemeleri incelemiştir. Göker ve Karaçar (2015) Çankırı’da yaşayan Romanlar üzerine yaptıkları çalışmalarında Romanların kültürel kimlikleri ile ilişkili olarak boş vakit aktivitelerini değerlendirmişlerdir. Şimşek, Ukuş ve Öner (2020) Kayseri ve Mersin’de kamu kurumlarının yöneticileri, Roman derneklerinin temsilcileri ve Romanlarla yaptıkları nitel görüşmelere dayanan çalışmalarında, Romanlara ilişkin algının genellikle olumsuz olduğu (suça eğilimli, düşük eğitimli ve toplum tarafından etiketlenen kişiler olduğu şeklinde); Romanlara ilişkin olumlu tek algının ise Romanların neşeli ve eğlenceli olarak görülmeleri olduğu tespit edilmiştir.

Roman çocukların eğitim sürecinden dışlanmasına yönelik olarak yapılan çalışmalar kapsamında Çuhadar (2021) tarafından Balıkesir/Gömeç, Hatay/Kırıkhan, Edirne, Gaziantep, İzmir/Dikili, Samsun ve Tekirdağ/Muratlı’da yapılan çalışmaya bakıldığında, pandemi döneminde okulların kapanmasının Roman çocukların okuldan uzaklaşma sürecini hızlandırdığına ve bu çocukların çalışma yaşamına girdiklerine dikkat çekilmektedir. Sıfır Ayrımcılık Derneği (2009) hazırladığı raporda Romanların gelir, istihdam, barınma ve sosyal yardımlar alanında yaşadıkları sorunlar yanında, özellikle Roman çocukların ev içi ve dışı emeklerine olan gereksinim nedeniyle okul yaşamından uzak kaldıklarına vurgu yapılmakta ve Roman çocukların okula devamlarında okul yemeği uygulamasının önemine vurgu yapılmaktadır. ECRI (2009) raporunda ise, yine benzer şekilde Türkiye’deki Romanların yaşamın her alanında ayrımcılığa uğradıklarına, özellikle de Roman çocukların bu ayrımcılık nedeniyle eğitim sürecinden uzaklaştıklarına işaret edilmektedir. Adıgüzel (2020) çalışmasında, Türkiye’deki Romanların eğitim hizmetlerine erişimlerinin Avrupa'da yaşayan Romanların oldukça gerisinde olduğuna dikkat çekilerek, okur-yazarlık seviyeleri oldukça düşük olan Romanların çok büyük bir bölümünün kadınlardan oluştuğuna vurgu yapılmaktadır. Çalışmada, ayrıca, Romanların karşılaştıkları önyargılar ve ayrımcı muamelelerin önüne geçebilmek için Roman çocukların okullaşma oranının arttırılması gerektiği ifade edilmektedir. Cerit ve Porsuk (2020) tarafından Kırklareli'ndeki Roman çocukların okullaşma oranı ve okula devamın önündeki engelleri tespit etmek ve çözüm önerileri sunmak amacıyla gerçekleştirilen çalışmada, gelir sahibi ya da sosyal yardım alan Roman hanelerde bile Roman çocukların okula devam etmelerinde, dışlanma nedeniyle önemli sorunlar tespit edilmiştir.

Türkiye'de yaşayan Romanların karşılaştıkları sorunları ortaya koymak ve Ulusal Roman Strateji Belgesi ile Eylem Planını değerlendirerek önerilerde bulunmak amacıyla Çetin (2017) tarafından yapılan bir başka çalışmada ise, Romanların sosyal ve ekonomik hayatta ayrımcılık ve dışlanmayla karşı karşıya kaldıklarına, bu durumun eğitim, sağlık, istihdam ve barınma koşullarını olumsuz etkilediğine; çift yönlü bir sosyal dönüşüme gidilmesi gerektiğine, eğitimde ayrımcılıkla mücadele konusunun müfredata girmesine, istihdamda Romanların rağbet ettikleri mesleklerde Roman çalıştırma zorunluluğunun getirilebileceğine; barınma konusunda ise bir ombudsmanlık sisteminin tesis edilebileceğine vurgu yapılmıştır. Çubukçu (2011) tarafından gerçekleştirilen çalışmada, daha çok Sulukule ile özdeşleşmiş Roman toplumunun karşılaştıkları dışlanma ele alınmış; cinsiyet rollerinin mekân ve kültürle doğrudan ilişkili olduğu savunularak, yoksulluğun Roman kadınlar ve erkekler için farklı anlamlar taşıdığına dikkat çekilmiştir. Aşkın (2017) tarafından İzmir’de yaşayan Romanlar üzerine yapılan çalışmada, genel eğitim düzeyi çok düşük olan Romanların geçimlerini sepetçilik, panayırcılık (lunaparkçılık), kalaycılık, bohçacılık, atık toplayıcılığı veya mevsimlik tarım işçiliği yaparak sağladıkları belirtilmekte; mevsimlik tarım işçiliği yapılan ailelerde erkek ve özellikle de kız çocuklarının eğitim sürecinden uzak kaldığına işaret edilmektedir. Bu çalışmada, ayrıca, Romanların istihdam piyasasında ancak niteliksiz, düşük vasıflı, sosyal güvenceden yoksun, düzensiz işlerde düşük ücret karşılığında yer alabildiğine vurgu yapılmaktadır. Edirne’deki Çavuşbey Mahallesi’ndeki Roman kadınların işgücü piyasasında karşılaştıkları ayrımcılığı ele alan çalışmada, Fazla (2020), Roman kadınların hem kadın hem de Roman olmanın çifte dezavantajı altında daha çok ev ve apartman temizliği, bulaşıkçılık, reyon görevliliği, tezgahtarlık, kasiyerlik ve tekstil işçiliği gibi vasıfsız işlerde çalıştıklarını; bu kadınların dörtte üçünün işyerinde ayrımcılığa uğradıklarını; işyerinde olumsuz bir durumdan sorumlu tutulduklarını ortaya koymuştur.

Akkan, Deniz ve Ertan (2011) Erzurum, Samsun, İzmir/Bergama, Konya, İstanbul/Ataşehir ve Hatay’da gerçekleştirdikleri çalışmalarında, dışlanmanın Roman halleri üzerinde durarak, Romanların yaşadıkları mahallelerin suçla ilişkilendirildiğine; mekansal damgalanmanın işgücü piyasasına girişte ayrımcılığı artırdığına; kentsel dönüşüm sürecinin Romanları kentin çeperlerine ittiğine; kentsel dönüşüm süreci ile gecekondu mahallelerinden ayrılmak zorunda kalan Romanların at arabacılığı ve atık toplayıcılığı gibi işleri terk ettiklerine; Romanların çalıştığı işlerin sigortasız ve güvencesiz olduğu kadar ağır çalışma koşullarının yanı sıra ciddi sağlık sorunlarına yol açacak türden işler olduğuna; Roman çocukların okul terk oranının yüksek olduğuna; Roman çocukların ekonomik sıkıntılar nedeniyle eğitim hayatından koparak çocuk yaşta çalışmak zorunda kaldıkları ya da erken yaşta evlendiklerine vurgu yapmaktadır. Karan (2017) çalışmasında, İstanbul, Edirne, İzmir/Tire, Uşak, Gaziantep, Hatay ve Diyarbakır’daki Romanların deneyimlerine dayanarak gerçekleştirdiği çalışmasında, mülkiyet güvencesizliklerine vurgu yapılarak kentsel dönüşümün barınma konusunda da olumsuz sonuçlar doğurduğu belirtilmektedir. Bu çalışmada, ayrıca, Romanların yoğun olarak yaşadığı mahallelerin "Roman mahallesi" olarak etiketlenmesinin dışlanmayı perçinleyerek mekansal etiketlenme yarattığı; kentsel dönüşümle birlikte Romanların TOKİ'ye gereken peşinatları ve taksitleri ödeyemedikleri için evsizlikle baş başa kaldıklarına işaret edilmektedir.

Eroğlu ve Atalan-Helicke (2020) tarafından Bolu'da salyangoz toplayıcı 15 kadın ve erkekle yapılan görüşmeden elde edilen veriler kullanılarak yapılan çalışmada, salyangoz toplayıcılığı mesleğini yıllardır marjinal grupların icra ettiği, Romanların gelirinin üçte ikisinin salyangoz toplayıcılığından geri kalanın da mevsimlik tarım işçiliğinden gelen kazançtan oluştuğu, tüm aile bireylerinin bu işte çalıştığı ve böylelikle kazançlarının arttığı, iklim değişikliğinin bu iş kolunu olumsuz etkilediği ve salyangoz toplayıcılığı işinde kadının rolünün çok önemli olduğu hususlarına vurgu yapıldığı görülmektedir. Uğurlu (2013) tarafından İzmit’te yaşayan Romanlar üzerine yapılan bir başka çalışmada ise, Romanların eğitim seviyesinin ve istihdam oranlarının düşük olması nedeniyle toplumdan dışlandıkları, eğitim düzeyinin düşüklüğünün istihdam piyasasına giriş ve nitelikli işlerde çalışmalarının önünde bir engel oluşturduğu, güvencesiz işlerde çalışmanın barınma koşullarını etkilediği ve bu durumun Roman çocukların da ebeveynleri gibi düşük eğitim seviyesine sahip olmasına neden olduğu ifade edilmiştir. Bu çalışmada, kentsel dönüşüme uğrayan mahallelerde inşa edilecek konutların fatura ve giderlerinin güvencesiz bir işle ödenmesinin mümkün olmayacağı, bu sebeple yerinden edilmiş Romanların kent merkezinin dışında yeni gecekondu veya barakalar inşa ederek buralara yerleştikleri ve dolayısıyla sağlıksız konutların yalnızca yerinin değiştiği sayısında herhangi bir değişiklik olmadığı, kentsel dönüşümün sınıf ve kimlik sorunlarını yüzeye çıkarma işlevi gördüğü hususlarına vurgu yapılmaktadır.

Edirne, İzmit, Bolu, Bursa ve Tekirdağ’da yapılan küçük ölçekli ve birbirinden bağımsız araştırmalarda da Romanların daha çok enformel işlerde çalıştığı, eğitime devamlarının sınırlı olduğu, sosyal dışlanmayla karşılaştıkları, yoksulluğun istihdam ile ilişkisine bakıldığında ise hem sebep hem de sonuç olarak tespit edildiği ve bu durumun kırılmaz bir döngü içerisinde kendini tekrar ettiği ortaya konmuştur (Karacan, 2019; Karadayı, 2019; Parlıyan, 2020; Genç, 2022; Özdemir, 2023).

Arda (2015) çalışmasında, İstanbul, Manisa, Artvin, Diyarbakır, Hatay ve Gaziantep’te yapılan saha çalışmasına dayalı olarak gerçekleştirilen çalışmasında, sağlık ve sağlığın sosyal belirleyicileri üzerinde durulmuş; Romanların sağlık durumunu etkileyen faktörlerin eğitim, barınma, istihdam, çevresel koşullar, sosyal ve kültürel faaliyetlere erişememe olarak öne çıktığı vurgulanmış; okur-yazar olmamanın kamu hizmetlerine erişimin önünde engel teşkil ettiği ve Romanların "gaco"lara olan güven eksikliğinin de hizmetlere erişimin önünde bir engel olduğu üzerinde durulmuştur. Bu çalışmada, Romanların sağlık hakkına erişimlerinin önündeki engellerin kaldırılması adına onların günümüze kadar taşıdıkları kültürel farklılıkları koruyarak ve asilime edilmeden sağlığa erişimlerinin artırılması için çözüm önerileri geliştirilmesi gerektiğinin altı çizilmiştir.

Romanların sağlık durumuna ilişkin çalışmaların Covid-19 pandemisi özelinde irdelenmesi, salgının tüm dünyayı etkisi altına alması ve kırılgan grupları daha fazla etkilemesi nedeniyle beklenen bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kapsamda, hem Türkiye’de hem de Avrupa çapında Covid-19 pandemisinin Romanların temel haklara erişimi üzerindeki etkisi, “Covid Zamanında Roman Hakları” başlıklı rapor ile ortaya konmuştur (ERRC, 2020). Çuhadar (2021), pandemi koşullarının Roman çocukların eğitime devamlarına olumsuz etkisi olduğunu ifade ederken yoksulluğu da derinleştirdiğine dikkat çekmiştir.

İngiltere, İtalya ve Romanya’da gerçekleştirilen Covid-19 pandemisinin Romanların dışlanmasına ve sağlık durumlarını daha da kötüleştirdiğine ilişkin çalışmaların (Velicu, Barbovschi, Rotaru, 2022) yanı sıra, özellikle Covid-19 aşısına ilişkin Romanlar arasında yaygın bir tereddütün varlığını ortaya koyan çalışmalara sıklıkla rastlanılmıştır (Cronin and Ibrahim, 2022; Storer vd., 2022; Kühlbrandt ve diğerleri, 2023).

Yukarıda makro ve mikro seviyede gerçekleştirilen çalışmalardan da görüldüğü gibi, Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 1,4 ile yüzde 2,7’sini oluşturan Roman nüfusa ilişkin çalışmaların çok büyük bir bölümünün (1) temsil niteliği olmayan küçük çaplı nicel çalışmalar olduğu, (2) bir kısmının kümelenme yanlılığından muzdarip olan kartopu örneklemine dayalı nitel çalışmalardan geldiği, (3) hem nicel hem de nitel çalışmaların Romanların karşılaştıkları sorunlara bütünsel bakmaktan uzak olduğu görülmektedir. Türkiye’de yaşayan Romanların toplumsal konumlarının en alttakiler olarak tanımlandığı ve bu topluluğun eğitim, istihdam, sağlık, barınma ve konut, sosyal yardım ve sosyal hizmet anlamında çok ciddi sorunlar yaşadıkları dikkate alındığında, bu topluluğa ilişkin olarak geliştirilmeye çalışılan stratejilerin bu topluluğu temsil eden bir örneklemden gelen verilere dayalı olarak geliştirilmesi kaçınılmaz görülmektedir. Zaten bu nedenle, Roman Strateji Belgesi’nin eylem planının ikinci maddesinde Türkiye’deki Roman nüfusa ilişkin veriye dayalı planlama yapılabilmesi için bu nüfusu temsil edici araştırmaların yapılması gerekliliğine vurgu yapılmaktadır (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2016; Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, 2023a).